Modern zamanların en zor ibadeti: Emr-i bi’l-marûf nehyi ani’l-münker

Modern Zamanların En Zor İbadeti: Emr-i bi’l-marûf nehyi ani’l-münker (İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak)
Sümeyye Kılaç / Kritik Bakış
“İyiliğin yerleştirilmesini ve toplumsal hafızadan kaybolmamasını sağlamak ancak iyiliği emretmekle; kötülüğü ortadan kaldırmak ve kötülüğün vuku bulmasını önlemek de kötülükten sakındırmakla mümkündür. Yaşanılabilir bir hayat için, nesillerimize daha iyi bir dünya bırakmak için iyiliği emretmek ve çoğaltmak, kötülüğü azaltmak ve kötülükten sakındırmak zorundayız. Şairin de dediği gibi ‘dünyayı güzellik kurtaracak’”.
Hepimizin sıklıkla şahit olduğu, duyduğu ve okuduğu bazı örnekler var. Vicdanımızı ve hassasiyetlerimizi derinden etkileyen bu örnekler bize çaresizliğimizin resmini de sunar. Söz gelimi tramvayda kendi arasında yüksek sesle ve argo konuşan, küfreden gençleri uyaran birinin bu gençler tarafından darp edilmesi ve tramvaydaki diğer kişilerin bu duruma yalnızca seyirci kalması; toplu taşıma araçlarında, toplum içinde ve çocukların gözleri önünde yapılmaması gereken davranışları sergileyen kız ve erkekleri fiillerinden dolayı uyaranların diğer yolcular tarafından ahlak bekçisi ilan edilmesi; başörtüsünü çıkartması sebebiyle ikaz edilen bir genç kıza, duyar kasarak sorgusuzca sahip çıkanların, bu uyarıyı yapan kişiyi linç etmesi; mizah adı altında toplumun değer ve kutsalı hakkında dilediği gibi konuşma hakkına sahip olduğunu düşünen kimselerin desteklenmesi; kamusal alanda, gece geç saatlerde ölçü tanımayarak eğlenenler ve gürültüye sebep olanlar uyarıldığında, gençleri anlamamakla suçlanılması; tercih ettikleri kıyafetlerle toplumsal hassasiyetleri görmezden gelerek görünür olmaya çabalayanları eleştirenlerin özgürlük düşmanı ilan edilmesi… Karşımıza her daim çıkan bu örnekleri artırmak mümkün. Acaba emr-i bi’l-marûf ve nehyi ani’l-münkerin bu kadar işlevsizleştirildiği başka bir dönem olmuş mudur? Artık iyiliği emretmiyoruz, emredemiyoruz; kötülükten sakındırmıyoruz, sakındıramıyoruz. Oysa Hz. Peygamber (s.a.s.) müminlerin kötülüğe karşı duyarsız kalamayacağını/kalmaması gerektiğini ifade etmiştir: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin.) Bu ise imanın asgarî gereğidir.” (Müslim, İman, 78).
Peki iyilik ve kötülük (maruf ve münker) neleri kapsar ve kaynağı nedir? Maruf aklın, dinin ve örfün güzel gördüğü şey iken münker aklın, dinin ve örfün kötü gördüğüdür. En genel anlamıyla maruf iyilik; münker ise kötülük olarak tabir edilebilir. Kelâm ekollerinin bu konuya hassasiyet gösterdiklerini, hatta Mu‘tezile mezhebinin beş temel esasından birinin emri bi’l-marûf nehy-i ani’l-münker olduğunu not etmek ve bu hususa özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. Öyle ki, mütekellimler maruf ve münkeri kategorize ederek maruf olan bir fiilin emredilmesini vacip; mübah olan bir marufun emredilmesini de mübah olarak değerlendirmişlerdir. İdeal bir toplumun inşasında iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün yasaklanmasının taşıdığı öneme dikkat çeken kelamcılar, bu ilkeyle bağlantılı olarak imamet teorisini de ele almışlardır. Zira, bireylerin tekil çabalarının yetersiz kaldığı bazı kötülükler, ancak kamusal bir otoritenin varlığıyla engellenebilir. Bu bağlamda, toplumsal düzenin korunması da yine güçlü bir otoritenin mevcudiyetini zorunlu kılmaktadır. Peki, bu otorite kimdir ya da neyi ifade etmektedir? Yasalar, toplumsal düzeni sağlama konusunda otorite olması bir yana esasında marufun toplumsal hayattaki koruyucularıdır. Ancak modern hukuk, ahlaki değil hukuki sınırlarla yetinir. Bundan dolayı düzenin sağlanması konusunda hukukun çabaları yetersiz kalabilir. Bu noktada devreye sivil toplum ve hatta bireyler de girebilir. Bu anlamda iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak yalnızca dinî bir vecibe değil aynı zamanda bir toplumsal düzen meselesidir.
İyiliğin emredilmesi ve kötülüğün yasaklanması ilkesini hayata geçirmeyi güçleştiren şey kişilerin tercih etmiş oldukları iletişim dilidir. Zira zorbalık ve sert bir üslup, iyiliği emretmenin ve kötülükten sakındırmanın bir yolu olamaz. Hatta bu durum kötülüğü engellemeyeceği gibi bazı durumlarda artıracaktır. Bundan dolayı ulema, iyiliğin emredilmesi hususunda emrin yeterli olduğunu ifade etmişlerdir. Söz gelimi bir kimseye “cömert ol, namaz kıl, insanlara karşı nazik ol” demek yeterlidir. İnsanlara karşı güç kullanılarak iyiliğin emredilmesi hoş karşılanmamış ve iyilik konusunda insanlar zorlanmamıştır; dileyen kimse iyiliği tercih etmiştir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e de bunu öğütlemiştir: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…” (Al-i İmran, 159). Kötülükten menetme ise böyle değildir. Münker olarak görülen davranış önce yasaklanmalı ardından güzel bir öğütle nasihat edilmelidir. Nitekim Allah Teâlâ, Hz. Musa’ya Firavun hususunda şöyle nasihat etmiştir: “Ona yumuşak söz (kavli leyyin) söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Tâhâ, 44) Firavun’a karşı bile yumuşak sözle uyarıyı öğütleyen bir dinin mensupları için linç kültürünü açıklamak nasıl mümkün hale gelecektir? Sosyal medyada kötülüğe karşı kullanılan sert, alaycı ve müdahaleci dil hedefe ulaştırabilir mi? Güzel öğüt ve ikaza rağmen kötülük büyüyor ise sertlikle ikaz edilmeli ve kötülükle mücadele edilmelidir. Ancak bu mücadelenin toplumda daha büyük bir zarara yol açmayacak şekilde olması gerekmektedir.
Tebliği peygamber mesleği olarak gören Müslümanlar için günlük hayatta karşılaştığımız kötülükler, engellenmesi gereken hususlar olarak anlaşılmaktadır. Müslüman bireyin diğer insanlara karşı sorumluluklarının var olduğu bilinci de onların kötülükler karşısında kayıtsız kalamamasına neden olmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde Müslümanların bu özelliğine sık sık atıf yapılmıştır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân Suresi, 104.). “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân Suresi, 110.). “Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar…” (Tevbe Suresi, 71.). Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur: “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen ve iyiliği emredip/teşvik edip kötülükten sakındırmayan/uzaklaştırmayan bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15). Bu teşvik ve uyarılara rağmen Müslümanların emr-i bi’l-marûf nehy-i ani’l-münkeri prensip haline getirememeleri yalnızca Müslümanların değişen ahlaki anlayışlarından kaynaklanmamaktadır. Nitekim bencilliğin ve bireyselliğin yaygınlaştığı bir dünya düzeninde insanların davranışlarına müdahale etmek kabalık olarak algılanmaktadır. İdeal olan bu ilkenin dışsal bir müdahale olmaksızın kişinin kendi iç dünyasında başlatması gereken bir süreç olsa da vaka böyle değildir; insanlar farklı farklı yaratılmıştır; dışarıdan güdülenen insanlar için kötülükten sakındırmak daha faydalı olabilir. Ayrıca postmodernizmle birlikte yaşanan anlam ve değer kaybı da ahlakın buharlaşmasına sebep olmuştur. Yani iyi ve kötü nitelemeleri ortadan kalmış; evrensel değerler manasını yitirmiştir. Zikredilen hususlara ek olarak emr-i bi’l-marûf nehy-i ani’l-münkerin işlevsiz hale gelmesi iki önemli hususun -artırmak mümkün olabilir- bireylerde ve toplumlarda yeterince anlaşılmadığını ve idrak edilmediğini de göstermektedir. Bunlardan birincisi özgürlüğün ne olduğu ve neleri kapsadığıyla ilgilidir. Artık kamusal alanda sergilenen her davranış, kişisel özgürlük zırhıyla korunuyor; toplumsal duyarlılığı önceleyen bir uyarı ise çoğu kez bir müdahale olarak görülüyor. İkincisi ise mahrem ve kamusal olanın ne olduğu ile ilgili kafa karışıklığıdır. Sosyal medya vasıtasıyla kendi mahremlerini kamusala bir içerik olarak sunanlar bu çatışmayı besliyor. Kadın-erkek ve aile ilişkileri, dini pratikler vb. gibi her şeyin görünür olması eleştiriye de açık hale geliyor ve toplumsal tecrübe açısından mahrem olan ile olmayan arasındaki ayrım da ortadan kalmış oluyor. Bu aynı zamanda iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün yasaklanması konusundaki algıların da değişmesine sebep oluyor. Oysa toplumsal düzenin sağlanması ve yozlaşmanın önüne geçmek iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamakla mümkün olabilir. Tüm bunlar göz önüne alındığında metnin başında zikrettiğim örnekler, sakınılması gereken kötülüklerdir; uygun bir yöntemle engellenmeli, iyi olan tavsiye edilmeli; desteklenmeli; yalnızlaştırılmamalıdır. Kötülüğe sessiz kalmak yalnızca ahlaki krizlere ve toplumsal çürümeye sebep olmuyor aynı zamanda küresel adaletsizliklerin de önünü açıyor. İyiliğin yerleştirilmesini ve toplumsal hafızadan kaybolmamasını sağlamak ancak iyiliği emretmekle; kötülüğü ortadan kaldırmak ve kötülüğün vuku bulmasını önlemek de kötülükten sakındırmakla mümkündür. Yaşanılabilir bir hayat için, nesillerimize daha iyi bir dünya bırakmak için iyiliği emretmek ve çoğaltmak, kötülüğü azaltmak ve kötülükten sakındırmak zorundayız. Şairin de dediği gibi “dünyayı güzellik kurtaracak”.
·